Bu site tamamen kendini tatmin amacıyla kurulmuştur. İçerik hoşuna gitmediyse kapı sağ üst köşede bilgine..
when you try your best but you don't succeed
when you get what you want but not what you need
when you feel so tired but you can't sleep
stuck in reverse
banner
 

Aptallar İçin Meseleyi Anlama Kılavuzu! Ya da Gezideki Çevreci Gençlere Yapılanlar!

27.01.2014 21:13:00

Gezi Parkı Olayları, Gezi Direnişi ya da siz nasıl adlandırıyorsanız, haftalardır ülkenin gündemini belirleyen bir olay var. Bu olayı herkes kendi oturduğu yerden değerlendirdi. Uzun zamandır bu yazıyı yazıp yazmamak konusunda kendimi yiyip bitiriyordum ki, Akit Gazetesi’nde çıkan “Memet Ali Alabora, halkı silahlı isyana teşvikten 20 yıl ile yargılanacak…” haberini görünce oturdum bilgisayarın başına yazmaya başladım.

Gezi olayları değerlendirilirken özellikle hükümete yakın çevreler tarafından bilinçli olarak, olayların başlangıcı 1 Haziran tarihiymiş gibi bir algı yaratılmaya çalışılıyor. Oysaki olayların büyümesi ve Gezi Parkı Nöbeti’nin direnişe dönüşmesinin sebebi hükümet yetkililerinin de söylediği gibi ilk üç gün Gezi’de bulunan “çevreci” gençlere yapılan orantısız ve gereksiz polis müdahalesidir.

İktidara yakın medya kurumları ve kişiler ısrarla 27-28-29-30 ve 31 Mayıs’ta yaşanan şiddetli polis müdahalelerini yok sayarak Gezi Parkı mücadelesini haksız kılmayı amaçlıyor. O sebeple bu yazı dizisinde Gezi Parkı nöbetinin ilk üç gününde yaşananları yeniden hatırlatarak cevabı hala alınamamış soruları bir kez daha yineleyeceğiz. Bu bilgiler ışığında ortaya atılan ‘Faiz Lobisi’ ve ‘Darbe’ teorilerinin ne kadar desteksiz ve gerçeklikten uzak olduğunu Gezi’de yaşananlara şahit olmayanlar için de görünür hale getirmiş olacağımızı düşünüyorum.

-1. Bölüm-

28 Mayıs’ta Gezi’de Neler Oldu?

Başlarken şunu söylemeliyim 28 Mayıs 2013 sabahı 07.00’den 31 Mayıs 2013 tarihine kadar (2.şafak baskını) Gezi Parkı’ndaydım ve yaşanan tüm olayla şahitlik ettim.

27 Mayıs gecesi evimde oturmuş televizyonumu izlerken 23.30 civarı Gezi Parkı’na bir kepçe marifetiyle girildiğini ve ağaçların yıkıldığını Gezi Parkı Güzelleştirme Derneğinden arkadaşların telefon etmesiyle haberdar oldum.

Burada hemen bir parantez açmalıyım. Sürekli olarak “Ağaç kesmedik, taşıdık” iddiasında bulunuldu, ancak olayın ilk patlak verdiği geceden İstanbul Vali’sinin Gezi’yi (güya) açtığı güne kadar Kepçe ve Hafriyat Kamyonu dışında ne bir ağaç sökme/taşıma aracı gördük ne de başka bir araç, yani ağaçlar ne “taşındı” ne de “kesildi”. O meşhur önüne atlanan Kepçe ile yıkıldı oradaki ağaçlar. Bu yıkımı kanıtlayacak birçok video ve fotoğraf var. Taşıma iddiasında bulunanlar tek bir kanıt gösteremedi bu konuda.

Parantezi kapatacak olursak, haberi aldığımda Twitter hesabım üzerinden bu bilgiyi paylaştım. Gece boyunca olayı Gezi’ye giden arkadaşlarımdan takip ettim. Aralarında Şehir Plancılar, Mimarlar, Sanatçılar ve Aktivistlerin bulunduğu 50 kişilik bir grubun parka ulaşması üzerine yıkımı yapan ekibe proje ve yıkım ruhsatı soruldu. Ekip ruhsat ve projenin yanlarında olmadığını iddia ederek sabah 08.00′de yıkıma devam edeceklerini söyleyerek parkı terk ettiler.

O gece, gönüllü olarak Park’ta nöbet tutulması kararı alındı ve sabah 07.00′de bende bu arkadaşlara katıldım. Sabahın ilk saatleri itibariyle basın emekçileri de Park’a gelmeye başladı. Mesai saati başladığında İstanbul 2 numaralı kültür varlıklarını koruma kuruluna Gezi Parkı’nda hiçbir projede yer almayan, ruhsatsız bir biçimde yıkım yapıldığı ihbarında bulunuldu ve gereğinin yapılması talep edildi. Nedir gereğinin yapılması? Bu kaçak yıkımın durdurulması ve parka verilen zararın telafi edilmesi.

Bizler Park’ta bekleyen 50 kişilik bir grup olarak öncelikle Mimarlar ve Şehir Plancılardan konu ile ilgili bilgi aldık, daha sonra da basın mensuplarına neden konuyla ilgili çeşitli röportajlar verdik. Mesai saati ile birlikte parka müdahale edilen kısımda bir hareketlilik fark ettik, kepçenin parka yönelmesi ile birlikte 30 kişilik bir grup önüne geçtik. Bu sırada kısa süreli tartışmalar ve itişmeler yaşandı. Daha sonra inşaatta çalışan işçiler kepçenin parka herhangi bir müdahalesi olmayacağı Taksim Yayalaştırması diye bilinen bölümde bir çalışma yapacaklarını söylediler. Bizler parkta, yani çukurun hemen yanı başına temsili olarak kurulan nöbet çadırının orada toplandık yeniden.

Küçük bir çember oluşturup sohbet etmeye başladık. Bu sırada üzerinde fosforlu bir yelek ve kafasında bareti olan bir işçi tek başına yıkımın olduğu alana perde çekmek istedi, sebebini sorduğumuzda “güvenlik amaçlı, siz zarar görmeyin” gibi bir cevap aldık. Böyle bir tedbire gerek olmadığı bu konuda kendi güvenliğimizi sağlayabilecek olduğumuzu ilettik. Bu arkadaş hiçbir işlem yapmadan alandan ayrıldı.

Bir süre sonra, sanıyorum saat 10.00 gibi 50-60 kişilik sivil bir grup parka giriş yaptı ve bize çok yakın bir alanda beklemeye başladılar. Önce kim olduklarını anlamaya çalıştık. İki ihtimal üzerinde durduk. Birincisi inşaat firmasının çalışanları olabilecekleri, ikincisi ise sivil polis olabilecekleri. Hiçbirinde telsiz veya benzeri bir alet yoktu. Bu sebeple kim olduklarını anlamak çok güçtü. Sonrasında 50-60 kişilik çevik kuvvet ekibi parka girerek metronun Gezi çıkışına çok yakın bir alanda konuşlandı. Bu sivil kişilerin polis olabileceği ihtimali daha akla yatkındı artık.

Sivil grup bir süre sonra hareketlendi ve temsili çadırı almak üzere kazının yapıldığı alana yöneldi. Bizlerde o tarafa yönelince kısa süreli bir arbede yaşandı. Kim olduklarını ve hangi yetki ile orada bulunduklarını sorduğumuzda Zabıta olduklarını söylediler, ancak kimlik göstermelerini istediğimizde bize saldırdılar. Tüm bunlar kameraların önünde yaşandı ve kayda alındı. Bu sırada Park’ta bulunan çevik kuvvet ekibi ise bu saldırıyı izlemekle yetindi.

Parka bir kepçenin yönelmesi üzerine arkadaşlarımız ikinci kez kepçenin önüne geçtiler. Bunu gören çevik kuvvet ekibi kepçenin önünde kalkanlarla barikat oluşturdu ve eylemcileri iterek alandan çıkartmaya çalıştılar, bu esnada ilk biber gazı müdahalesi de yapıldı. Sırtında gaz tüpü olan bir polis eylemcileri gaz sıkarak kovalamaya başladı ve kepçe yıkım alanındaki yerini böylece almış oldu.

Kepçe yıkım işlemine başladığında biz tekrar park içinde toplandık, çevik kuvvet de kepçenin yıkımı sürdürebilmesi için bizim önümüzde set oluşturarak beklemeye başladı. Bu barikatın içinde olayın en başında bize saldıran sivil kişiler de vardı. Çevik kuvvet ile kol kola girmiş ve tekme, yumruk marifetiyle bizi kepçeye yaklaştırmamaya çalışıyorlardı. Ekibin başındaki polis memuruna da bu sivillerin kim olduklarını sorduğumuzda yine Zabıta yanıtını aldık. Kimliklerini görmek istediğimizi söylediğimizde ise yine bir cevap verilmedi.

Yıkımın yeniden başladığı haberinin duyulması üzerine parka gelenlerle birlikte sayımız 200 civarındaydı. Polis kepçeyi koruyor kepçede yıkıma devam ediyordu. Bu olaylar boyunca meşhur kırmızılı kız olayının da olduğu müdahaleler oldu. Sanırım ısrarlı sorularımız üzerine bir süre sonra sivil kişilere zabıta yelekleri giydirildi.

Müdahaleler, itişmeler derken Sırrı Süreyya Önder parka ulaştı. O da bir süre çevik kuvvetle tartıştı. Bu sırada orada bulunan insanlar ona yapılan müdahaleyi “vekile dokunmayın” diye bağırarak protesto etti. Sırrı Süreyya bize dönerek “arkadaşlar sakin olun, bu ağaçları yıktırmayacağız, ben şimdi gidip o kepçenin önünde duracağım. Haklıyız ve sebeple sizlerden isteğim sakin olmanız” diye bir konuşma yaptı.

Zorlukla çevik kuvvet barikatını aşarak yıkım alanına ulaştı ve kepçenin önünde durdu. Çevik kuvvet amirleri kendisine engel olmaya çalıştılar ve Sırrı Süreyya o cevabı olmayan soruyu yineledi “projeniz ve yıkım ruhsatınız var mı?” çevik kuvvet amirleri ne diyeceklerini bilemediler. Firma yetkilisi “var ama şu an burada değil” gibi saçma sözler söyledi. Bunun üzerine Sırrı Süreyya “o zaman ben burada bekleyeceğim, siz gidip getirin belgeleri” dedi.

Ve polisin çaresizce Gezi’den ilk çekilişi yuhalamalar eşliğinde gerçekleşti. Büyük alkışlar ve “Bu daha Başlangıç Mücadeleye Devam” sloganlarıyla polisi Park’tan uğurladık. O an hepimiz tamam bu iş burada bitti, bir kez daha parka müdahale olmayacak duygusuyla birbirimize sarıldık. Tüm bu süreç kameralar önünde yaşandı ve Twitter üzerinden insanlarla da paylaşıldı. Arzu edenler bu görüntülere hemen ulaşabilirler.

Mesai saati bitimiyle birlikte insanlar parka gelmeye başladı. Günün devamı olaysız geçti.

Şimdi bu aşamada sorulması gereken soruları sıralayalım.

1- Yapılan bu yıkım projede var mı?

2- Yıkım Ruhsatı var mı?

3- Neden 27 Mayıs gecesi gizlice yıkım yapılmak istendi?

4- Olayın ilk anında bizlere saldıran sivil kişiler kimdi?

5- Çevik kuvvet ekibi yıkımın kaçak olduğunu bile bile neden kepçeyi korudu?

6- Tüm bu müdahale süresince hiçbir taşkınlık yapmayan çevrecilere neden böyle sert bir müdahale yapıldı?

20130807-041337.jpg
-2. Bölüm- 29-30 Mayıs’ta Gezi’de Neler Oldu?

28 Mayıs günü yapılan müdahale ve yıkımın ardından daha kalabalık bir grup olarak Gezi Park’ında nöbete devam edildi. Başbakan Erdoğan’ın Yavuz Sultan Selim Köprüsü temel atma töreninde “siz ne derseniz deyin biz kararımızı verdik” demesi üzerine sivil toplum kuruluşları, sendika, dernek ve siyasi partilerin Gezi’deki çevrecilere destekleri çığ gibi büyüdü.

Aksam 21.00’de binlerce kişinin katıldığı bir etkinlik yapıldı. Gezi parkında nöbete kalanların sayısındaki artışla orantılı olarak çadırların sayısı da arttı. Gece boyunca türküler söylendi, halaylar çekildi tam bir karnaval alanına dönüşmüştü Gezi Parkı. Gece 04.00 gibi parkın içerisindeki çevik kuvvet karakolunda beklenmedik bir hareketlilik yaşanmaya başladı. Toma’ların parka yöneltildiği, çevik kuvvetin maske taktığı ve müdahale hazırlığında olduğu fark edilince çadırlarda uyuyanlar uyandırıldı. İnsanlara bir müdahale olabileceği söylendi. Bu durum sosyal medyada da hızla yayıldı.

Ve sabah 05.00’de tüm gücüyle parka girmeye başladı çevik kuvvet. Park’ta bulunan eylemciler yalnızca “Bu Daha Başlangıç Mücadeleye Devam” “Faşizme Karşı Omuz Omuza” sloganlarıyla karşılık verdi Gezi’ye giren polislere. İlk gaz fişeğinin ateşlenmesi ile birlikte birkaç saniye içinde park gaz bulutu altında kaldı. Eylemciler yıkımın yapıldığı alandan Talimhane ve Divan Otel yönüne doğru kaçmak zorunda kaldılar. Bu sırada parkın içinde profesyonel gaz maskeleriyle çadırları bir noktaya toplayan ve ateşe veren bir sivil grup gözlerden kaçmadı.

Polisle birlikte parka itfaiye ve çöp toplama araçları da girdi. Böyle ağır bir müdahale öncesi çöp kamyonu ve itfaiye getirmeyi unutmayan güvenlik güçleri ambulans çağırmaya ihtiyaç duymamıştı anlaşılan. Çadırlar yakıldı, söndürüldü ve çöp kamyonuyla kalıntıları toplandı. Bu sırada Hazar isimli bir üniversite öğrencisi yıkım yapılan alandaki bir ağaca sarılarak protestosuna devam etmeye çalıştı ve hayalarına aldığı tekme darbeleri sonucunda yaralandı. Hazar’ı güçlükle Gezi Otel önüne getirdik, ambulans olmadığı için bir taksi ayarlayarak hastaneye ulaştırmak istedik kendisini. Ancak yaralı olduğunu gördükleri halde almak istemeyen taksiciler oldu. Bir arkadaşımız AKM önüne kadar giderek oradan bir taksi buldu ve Hazar’ı hastaneye gönderebildik.

Yeniden parkın içine döndüğümüzde polis yine bir barikat oluşturmuş ve kepçenin yıkım yapabilmesi için bir alan yaratmıştı. Eylemciler ise polislere bu yaptıklarının doğru olmadığı şehrin merkezinde kaçak bir yıkıma aracı olduklarını anlatmaya çalışıyorlardı. Daha sonraki günlerde sıkça rastlayacağımız polise kitap okuyan gençler de bu eylemlerini gerçekleştiriyorlardı.

Sırrı Süreyya Önder’in bir kez daha yıkımı durdurmak için alana geldiğini duyduğumuzda Divan Otel önüne doğru gittik. Sırrı Süreyya yine kendini kepçenin önüne atmıştı. Yıkım alanı çevik kuvvet ekibince korumaya alınmış ve bir çevik kuvet amiri Önder ile tartışma halindeydi. Bu sırada yanına avukat Can Atalay’da geldi. Çevik kuvvet ekibi kepçenin önünde duran Atalay’ı yaka paça alandan çıkarmak isteyince Önder “avukata dokunmayın” diyerek çevik kuvvet ekibinin ortasına girerek Can Atalay’ı çıkarttı ve tekrar kepçenin önüne geldiler.

Çevik kuvvet amiri ile bir süre konuşan Önder ve Atalay polisin Park’tan çekileceğini ve yıkımın yeniden durdurulduğunu söylediler. Parkın etrafında bekleyen eylemciler “Bu Daha Başlangıç Mücadeleye Devam” sloganları atarak yeniden parkın içerisine yöneldiğinde ikinci kez yuhalamalar eşliğinde çevik kuvvet Toma’ları ve inşaat araçları parkı terk ediyordu. Yine tüm bu yaşananlar kameralar tarafından kayda geçmişti. Üzerlerine binlerce gaz bombası atılmasına rağmen eylemciler hiçbir şekilde şiddete başvurmamış megafonlarla kitap okuyarak polisi protesto etmişlerdi.

Şafak baskını ile çadırların yakılması olayının yayılması üzerine büyük bir tepki oluşmuş ve insanlar parka akın etmeye başlamıştı. Müdahale sırasında yaralanan Hazar ameliyata alınmış ve aksam üzeri ameliyatının başarılı geçtiği, durumunun iyi olduğu haberi gelmişti. Yeni katılanlarla eylemcilerin sayısı on bini çoktan geçmişti.

Gün içinde büyük katılımlar olan forumlar düzenlendi ve akşamında sanatçıların da destek vereceği bir etkinlik planlandı. Sabahın ilk saatlerinde onlarca gaz bombası ile müdahale edilen kitle akşam ise Kardeş Türküler eşliğinde halaylar çekiyordu. İkinci kez durdurulan yıkım çalışmasının bir daha başlayabileceği ise kimsenin aklının ucundan geçmiyordu. Geç saatlere kadar türküler söylendi, parka kurulan projeksiyon aracılığıyla filmler izlendi, sohbetler edildi.

Şimdi gelelim ‘mesele’ye. 30 Mayıs sabahı yapılan şafak baskınıyla birlikte birçok sanatçı gibi Memet Ali de parka geldi. Park içindeki kafede birçok oyuncu arkadaşımızın da olduğu bir masada sabah yapılan bu müdahalenin ne kadar gereksiz ve sert olduğu yönünde sohbetler ettik. Kısa bir süre önce yaşadığımız Emek Sineması ve 1 Mayıs gösterilerini de anımsayarak tabii ki. Gün içinde birçok insan bu müdahale ve Gezi Parkı nöbetiyle ilgili birçok görüş paylaştı sosyal medya aracılığıyla. Bunlardan birisi de Memet Ali’nin paylaştığı “Mesele sadece Gezi Parkı değil arkadaş, sen hala anlamadın mı? Hadi gel.” tweetiydi.

Olayları biraz takip etmiş ve az çok okuma yazma bilen herkes meselenin ne olduğunu hemen algılayabilmişken belli bir kesim ise ısrarla anlamamakta direniyor. Bu sebeple sizden özür dileyerek anlamak istemeyenler için meseleyi kısaca özetleyeceğim.

Tweeti gündeme getirenler “Mesele Gezi Parkı değil arkadaş, sen hala anlamadın mı” diye takdim ediyorlar sürekli. Oysa en önemli detay “sadece” kelimesiydi. Burada anlatılmak istenen “mesele” tam olarak polisin uyguladığı orantısız, anlamsız ve gereksiz şiddettir. Peki, Memet Ali neden böyle bir tweet attı? Biraz hafızamızı tazelersek, parka gelen insanlar Emek Sineması, Reyhanlı, polisin orantısız müdahaleleri ve benzeri birçok konuda dövizler taşıdılar ve sloganlar attılar. Bu sebeple meselenin 30 Mayıs itibariyle sadece Gezi Parkı olduğunu söylemek de doğru olmazdı zaten.

O halde soralım;

1- Gezi Parkı’na 30 Mayıs sabahı 05.00’de müdahale emrini kim verdi?

2- Çevik Kuvvet ile birlikte parka girip çadır yakan 50-60 kişilik sivil ekip kimdi?

3- Sonradan “zabıta” olduğunu iddia ettiğiniz bu grup çadırları yakarken, başta çevik kuvvet amirleri olmak üzere yüzlerce polis neden müdahale etmeden izlemeyi tercih etti?

4- Müdahalede polisle birlikte itfaiye ve çöp kamyonu neden getirildi?

5- Yangın çıkma ihtimali göz önünde bulundurulan bir Müdahalede neden ambulans yoktu?

6- Polisin parka müdahale etme sebebi “yıkıma engel olunması” ise, Sırrı Süreyya Önder’in müdahalesi sonrası iki kez Gezi’den çekilmesinin sebebi nedir?

-3. Bölüm-

20130807-043649.jpg
Mesele Sadece Gezi Parkı Değil Arkadaş, Mesele Orantısız Polis Müdahaleleri. Sen Hâlâ Anlamadıysan Emek Sineması Protestosu ve 1 Mayıs Günü Yaşananları Şöyle bir hatırlayalım.

Mesele Emek Sineması!

Memet Ali’nin tweeti üzerinden hareket edersek, Gezi Parkı olaylarının Park özelinden çıkması, polisin uyguladığı orantısız şiddetle birlikte oldu. Bunun örneklerini ise çok yakın bir zamanda Emek Sineması ve 1 Mayıs olaylarında yaşamıştık. Peki, neler olmuştu bu olaylarda?

Uluslararası İstanbul Film Festivali’nin açılış gecesinde yine ne tesadüftür ki bir gece yarısı Emek Sineması’na ilk kepçe darbesi vuruldu. İnşaat sektörü nedense gece çalışmayı seviyor. Yıkımın başlaması üzerine yıllardır süren Emek Bizim eylemleri de yeniden yapılmaya başlandı. Bildiğimiz, yargı sürecinin devam ettiği ve yine kaçak bir yıkım olduğuydu.

Bu sebeple 7 Nisan 2013 günü Emek Sineması önünde birçok sanatçının katıldığı, film festivali jürisi üyeleri ve festival onur konuğu yunanlı yönetmen Costa Gavras’ın da bulunduğu bir protesto eylemi düzenlendi. Yeşilçam Sokağı önüne geldiğimizde polis Toma ve polis barikatı ile önlem almıştı. Ülkenin önemli sanatçıları için bu kadar güçlü bir önlem alınması da şaşırtıcıydı doğrusu. Polis barikatının hemen önünde bir basın açıklaması yapıldı ve söz almak isteyen sanatçılar Emek ile ilgili düşüncelerini paylaştılar. Protesto devam ederken polis gruba dağılması yönünde bir uyarı anonsu yaptı. Hemen arkasından ikinci anons yapıldı ve bu sırada gaz ve tazyikli su sıkılarak gruba müdahale edilmeye başlandı.

Bir pazar günü hiçbir olumsuz durum yokken, birçok sanatçının yer aldığı üstelik İstiklal Caddesi’nin tam ortasında olayla hiç ilgisi olmayan binlerce kişinin üzerine böyle bir güçle saldırılmasını kimse anlayamıyordu. Sert müdahalenin ardından grup “Bu Daha Başlangıç Mücadeleye Devam” sloganları atmayı sürdürdü. Bu slogan Gezi Parkı ile gündeme gelmiş olsa da yıllardır sürdürülen Emek Sineması eyleminin vazgeçilmez sloganıdır. Müdahale sonucunda cadde boyunca gaz sıkarak eylemcileri dağıtan polis göstericilerden Özgür İpek, Hazar Berk Büyüktunca, Mehmet Ferit Aka ve Altyazı sinema dergisinin editörlerinden Berke Göl’ü gözaltına aldı.

Burada yine bir parantez açalım, gözaltına alınan Hazar Berk Büyüktunca Gezi Parkı’na yapılan 30 Mayıs şafak baskını sırasında ağaca sarıldığı için tekmelenerek hayatları patlatılan ve ameliyat olmak zorunda kalan Hazar arkadaşımızdır. Demek ki Hazar için de mesele sadece Gezi Parkı değilmiş. Kapatalım parantezi. Bu müdahale çok fazla tepki çekti ve gözaltına alınanlar bir süre sonra serbest bırakıldı.

Bir sonraki hafta daha kalabalık bir grup olarak Emek Sineması önünde buluştuğumuzda bu kez yine polis sokak girişinde barikat kurmuştu. Bir süre açıklamalar ve sloganlar atıldıktan sonra Emek önünde yapacağımız basın açıklaması için küçük bir grubun sokağa girmesine izin verildi ve Emek önünde basın açıklamamızı yaptık, kitle olaysız bir şekilde dağıldı. Yani polis herhangi bir müdahalede bulunmadığı için bir olay çıkmadı.

Mesele 1 Mayıs!

20130807-043918.jpg

Herkes bilir ki Türkiye’de 1 Mayıs denince akla Taksim Meydanı gelir. Ve her zaman burada yapılacak 1 Mayıs anmaları ve kutlamaları için her yıl bir tartışma yapılır mutlaka. Son üç yıldır Taksim Meydanı’nda milyonlarca kişinin katıldığı 1 Mayıs’lar olaysız ve coşkuyla geçmesine rağmen bu yıl Taksim Yayalaştırma Projesi bahane gösterilerek bu alanda kutlama yapılması tartışması İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu’nun anlaşılmaz inadı yüzünden çok uzun sürdü.

Gerek sivil toplum kuruluşları gerekse kamuoyu 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanmasında bir engel görmezken İstanbul Valisi meydanda çukur var bahanesiyle Taksim Meydanı’nı kutlamalara kapatacağını açıkladı. Örgütler ise alana yürüme kararı aldılar. Bende kurucuları arasında yer aldığım Oyuncular Sendikası ile birlikte o sabah Şişli kortejinde yerimi aldım. Şişli de olağanüstü güvenlik önlemleri alınmıştı. Buna rağmen Disk kortejine üç bin civarında insan ulaşmayı başarmıştı.

Kortejin en arkasında Sine-Sen ve Oyuncular Sendikası olarak yerimizi almıştık. Aramızda Genco Erkal gibi bir usta da vardı. Herhangi bir hareket yoktu. Kortej önünde Disk’in otobüsünden türküler çalınıyor insanlar bulundukları yerde duruyordu. Bizde bu esnada sohbet ediyorduk. Birden bire hiçbir uyarı yapılmadan üzerimize gaz bombaları yağdırılmaya başlandı. Yirmi saniye içinde Osmanbey’den Mecidiyeköy’e kadar tüm cadde ve sokaklar gaz bulutu altında kaldı.

Daha önce hiç böyle bir müdahale yaşamamıştık. Kortej olduğu yerde duruyor herhangi bir itişme dahi olmadan önce Toma ve ardından gaz bombalarıyla üzerimize gelinmişti. Disk’in merkez binasına çıkan merdivenli dar bir sokağa doğru sürüklendi bütün kitle. Bir taraftan yere düşenleri, fenalık geçirenleri kaldırmaya çalışıyorum bir taraftan da bu daracık sokağa hala onlarca gaz fişeği atıldığına şahit oluyorum. Nefesimin kesildiğini hissettiğimde kendimi Disk binasına zorlukla atabildim. Birçok insan buraya sığınmıştı. Yaralılar ve fenalık geçirenler vardı. Binaya çıkan tüm sokaklar polis ablukasına alınmış ve ambulansların binaya ulaşmasına izin verilmiyordu. Disk’e ait anons arabalarıyla insanlar hastanelere gönderildi.

Dört saat boyunca Disk binasında mahsur kaldık. Gerek binanın içerisine gerekse sokağına yüzlerce gaz bombası atıldı. Toma sokağa giriyor ve bina girişine su sıkıyor sonra da çekiliyor. Bu olanlara anlam vermek mümkün değil. Diğer taraftan Beşiktaş’ta sabahın erken saatlerinden itibaren çok sert müdahale olduğu, Eminönü’de Anti Kapitalist Müslümanlar Taksim’e çıkmak istediler diye Galata Köprüsünü kaldırdıklarını duyduğumda ise bu kadarı da çok fazla demiştim. Bütün bu olaylar sırasında ağır yaralananlar oldu. Günün sonunda yine polis çekildi ve insanlar olaysız bir şekilde evlerine gittiler.

Gerek Emek Sineması gerekse 1 Mayıs olaylarında gördük ki polisin orantısız müdahalesi olmadığında eylemlerde herhangi bir olay çıkmıyor. 1 Mayıs’ta çukura kimse düşmesin diye tonlarca gaz bombası atıldı ve tazyikli su sıkıldı, köprüler kapatıldı, ulaşım araçları iptal edildi. Sonuç? Üçü ağır 25 eylemci ve altı gazeteci yaralandı.

Aynı çukurun üzerinde bir hafta sonra Galatasaray taraftarı şampiyonluk kutlaması yaptı. Kutlama boyunca polis hiç müdahale etmedi hatta meydana bile çıkmadı. Sonuç? Ölen veya yaralanan olmadı. Halk, Taksim Meydanı’nda ve İstiklal Caddesi’nde hayatının normal akışını sürdürürken büyük bir kitlesel katılımla Galatasaray taraftarları da gönüllerince eğlendiler.

Polis yoksa olay yok! Bu benim iddiam değil, yaşanan iki olaydan sonra fotoğrafa geniş bir açıyla bakan herkes bunu çok net görüyor ve söylüyor.

Şimdi anladın mı arkadaş meselenin ne olduğunu?

-4. Bölüm-

20130807-044844.jpg
31 Mayıs’ta Gezi’de Neler Oldu?

30 Mayıs sabahı yapılan şafak baskını henüz unutulmamışken 31 Mayıs günü 04.30’da çevik kuvvet bir kez daha parka gaz bombaları ve Toma’larla girdi. Müdahale çok ağırdı, bir önceki şafak baskınına göre çok daha sert ve kalabalık bir şekilde gelmişti bu kez polis. Park’ın tüm köşelerine Toma’lar yerleştirilmişti. Yüzlerce gaz bombası yine aynı anda ateşlendi, Park’taki müdahaleden kaçmaya çalışanlaraysa dışarıda bekleyen Toma’lardan su sıkıldı. Ceylan Otel’in yanından parka girişi sağlayan merdivenler eylemcilerin üzerine yıkıldı. Çok fazla ve ağır yaralı vardı.

Müdahale sonrasında Cihangir’e zorlukla ulaştık Firuzağa kahvesinde soluklanmaya çalışırken yaralı haberlerini de alıyorduk. Gelen haberlerde oyuncu arkadaşlarımızın da yaralandığı söylenince arkadaşlarımızla Taksim İlkyardım ve Alman Hastanesi’ne giderek yaralılar hakkında bilgi aldık. Sosyal medyada çok fazla yaralı hatta ölümler olduğu ile ilgili bilgiler gördüğümüz için bu hastanelerden aldığımız bilgileri de paylaşarak herhangi bir bilgi kirliliği olmaması için özen gösterdik.

Saat 10.00’da Divan Otel önünde basın açıklaması yapılma kararı üzerine oraya gittik. Otelin hemen yanında parkı net olarak gören yüksek alanda gece yapılan baskın ve Gezi Parkı olayları ile ilgili Mimarlar Odası basın açıklamasını yaptı, çok sayıda CHP milletvekili de oradaydı. Açıklamanın ardından Gazeteciler ve Milletvekillerinin de olduğu grup tekrar Gezi Parkı’na yöneldi. Ne olduğunu henüz anlamamıştık ki parkın içinden grubun üzerine gaz bombaları atılmaya başlandı. Ahmet Şık’ın başına gelen gaz bombası fişeği ile yaralandığı olayda yine polis orantısız güç kullanmıştı. Bunun üzerine saat 13.00’de Disk’in çağrısı üzerine Taksim Meydanı’nda basın açıklaması olacağı söylendi.

Basın açıklaması için Taksim Meydanı’na gelen insanlar oturma eylemi yaparken polis yine çok sert bir müdahalede bulundu. Toma’lardan oturan insanların üzerine tazyikli su sıkıldı ve arkasından gaz bombaları atılmaya başlandı. Sırrı Süreyya Önder bu müdahale sırasında vücuduna isabet eden gaz fişeği sebebiyle hafif yaralandı. Bu olay hepimizin hafızasına Taksim Meydanı’nda başına isabet eden gaz fişeği sonucu ağır yaralanan, uzun süre tedavi gören 34 yaşındaki Lobna Allamii’nin görüntüleriyle kazındı.

Bu müdehalenin ardından o güne kadar hiç görülmemiş bir toplumsal tepki patlaması yaşandı. Genci yaşlısı, kadını erkeği, liselisi üniversitelisi, işçisi memuru herkes bir anda sokağa çıktı ve günlerdir süren çevreci eylemcilere yapılan şiddete karşı ses çıkardı. Sonrasında günlerce süren direniş ve gerilim tüm ülkeye yayıldı.

Buradan fotoğrafa bakacak olursak günlerce “Bu Daha Başlangıç Mücadeleye Devam” “Faşizme Karşı Omuz Omuza” “Gezi Bizim İstanbul Bizim” sloganları atan ve hiçbir şiddet eylemine başvurmayan bu insanlara karşı ise 27 Mayıs gününden itibaren sistemli olarak dozu arttırılan polis şiddetini net olarak görebiliriz. 50 kişi ile başlayan Gezi Parkı Nöbeti polis müdahalesi ile birlikte 200 kişiye ulaştı. Birinci şafak baskını sonrası 5000, ikinci şafak baskını sonrasında ise 15000 kişiye ulaşmıştı eylemci sayısı. 31 Mayıs günü Taksim Meydanı’nda yapılan orantısız ve gereksiz müdahale sonrasında olaylar tüm ülkeye yayıldı.

Şimdi soralım;

1- 31 Mayıs sabahı 04.30’da Başbakan’ın deyimiyle “çevreci gençlere” müdahale emrini kim verdi?

2- Bir gün önce yapılan şafak baskını sonrasında gösterilen tepki neden görmezden gelindi?

3- Polis, neden müdahale için hep şafak vaktini tercih etti?

4- Saat 10.00’da yapılan basın açıklamasına müdahale emrini kim verdi?

5- Ahmet Şık’ın başından yaralanması tesadüf müydü? Yaralanmasına sebep olan polis kimdi? Hakkında işlem yapıldı mı?

6- Taksim Meydanı’nda basın açıklaması yapmak üzere toplanan, hiçbir fiziksel hareketi olmadan oturan insanlara müdahale edilmesi emrini kim verdi? Gerekçesi nedir?

7- Sırrı Süreyya Önder’in gaz bombası fişeğiyle vurulması tesadüf müydü?

8- Lobna Allamii’yi vuran gaz bombası fişeğini ateşleyen polis memuru kim? Hakkında herhangi bir yasal işlem yapıldı mı?

-5. Bölüm-

20130807-045317.jpg
Faiz Lobisi, Darbe, Komplo, CNN, Şafak Sezer ve Melih Gökçek!

İlk olarak ortaya atılan teori Faiz Lobisi oldu. Bu teoriyi destekleyecek tek bir kanıt bile sunulamadı kamuoyuna. Oysa gezi parkında yaşananlara baktığınızda bu teoriyi çürütecek yüzlerce görüntüyle karşılaşabilirsiniz. Sıradan bir sosyal medya kullanıcısı bile o günlerde twitter üzerinden yapılan ihtiyaç listelerini görmüştür. Bu faiz lobisi ne menem bir lobidir ki Gezi’deki insanlar sürekli ihtiyaç listesi yayınlamak zorunda kalmıştır.

Üşenmeyin açın izleyin görüntüleri, ücretsiz olarak dağıtılanlar ekmek arası sandviç, hazır meyve suları, karpuz, su, kraker gibi basit ve sıradan yiyecekler. Faiz Lobisi, Gezi’ye nasıl bir destek vermiş ki Beyoğlu Belediyesi’nin Taksim Meydanı’nda kurduğu İftar sofrasının yanından bile geçemiyor geziciler?

Ki daha sonra kimin faiz zammı istediğini ve zammın nasıl yapıldığını da hep birlikte gördük. Üstelik bu lobi teorisini ortaya atan kişi başbakan danışmanı oldu! Takip ettiğim kadarıyla faiz zammı ile ilgili tekbir söz bile etmedi.

Darbe!

Gezi eylemlerinin darbe yapılması amacıyla planlandığı söylendi. Peki, bu nasıl olabilir? Gezi Parkı’na gece yarısı kepçe ile kim girdi? Olayları ateşleyen polis müdahalelerinin emirlerini kim verdi? Şafak baskınları yaparak çadırları kim yaktı ve yaktırdı?

Gezi eylemlerinde darbeci arayacaksak bu soruların cevaplarına yönelmemiz gerekecek. Olayların gelişimine bakarsak bu sonuca ulaşıyoruz. Demek ki bu ülkede darbe yapılmasını isteyenler insanların sokağa dökülmelerini sağlamak için polis marifetiyle halkı çileden çıkardı ve Gezi olaylarının hükümet karşıtı eylemlere dönüşmesini sağladı.

Yıllardır olduğu gibi Gezi olaylarında da ilk anda mahkemelere koşup yürütmeyi durdurma kararları çıkartan, tüm hukuk yollarını zorlayarak şehrin tarihini korumaya çalışan mimarlar, sanatçılar, doktorlar, öğrenciler, İstanbullular nasıl oldu da darbe yapma isteğiyle suçlandı derseniz, bunun cevabı siyasi iktidarın çaresizliği derim.

Şafak Sezer!

Bu olayda dikkatimi ilk çeken şey Sezer’in Beyaz Tv’ye bir program çekimine katıldıktan iki gün sonra bir iftar yemeğinde Başbakan’dan özür dilemesi ve bu olaydan iki gün sonra da programın yayınlanması oldu. Yani tüm haftaya yayılmış olayların zamanlaması bir tesadüf mü?

Katıldığı programdan yalnızca iki örnek vereceğim, birincisi program sunucusunun “megafonu elinize alıp hükümet istifa diye slogan attırdınız mı?” sorusuna Sezer, “yok öyle bir şey ben yalnızca Dağ Başını Duman Almış marşını söyledim” diye cevap verdi.

Ama çok geçmeden “baş belası” twitterda bir video dolaşmaya başladı. Görüntülerde eller üzerine kaldırılmış Şafak Sezer, elinde megafon ‘hükümet istifa’ diye slogan attırıyordu.

İkinci olarak Sezer’in aynı programda Memet Ali Alabora hakkında söylediği sözlere gelirsek. Kişisel olarak Memet Ali’ye saldırısını anlamak mümkün değil. Gereken cevabı twitter üzerinden halk yeterince verdi zaten. Bu arada gözden kaçan bir durum var. Şafak, Memet Ali’nin CNN International kanalına bir buçuk saat röportaj verdiğini ve Türkiye’yi şikâyet ettiğini söylüyor.

Bu röportajın süresi 3 dakika 22 saniye! Peki, Şafak bunu bilmiyor mu? Bana sorarsanız bal gibi biliyor. Diyelim ki Şafak bilmiyor, programı sunan hanımefendi bilmiyor olabilir mi? Gerçek bir tanedir ve hepimiz bu gerçeği biliyoruz. Yapılan yayın tamamen taraflı olarak ve belli bir amaç uğruna yapıldığı için o an söylenen bilginin doğru olup olmadığını hiç önemsemiyorlar. Ya da daha sonra bu yanlış verilen bilgiler düzeltilme ihtiyacı duyulmuyor. Kanalın yayın politikası bu.

Bu iki örnekten yola çıkıkdığında söyleyecek tekbir şey kalıyor. Şafak Sezer ve yayını yapan televizyon kanalı söylediği yalanlardan dolayı başta Memet Ali Alabora olmak üzere tüm izleyicilerine bir özür borçlu.

Dipnot olarak şunu söylemeliyim, Şafak Sezer’i neden ciddiye alıp onunla ilgili yazıyorsunuz diye sitem eden çok fazla insan var. Burada amacım verilen yanlış bilgileri düzeltmek. Çalıştığı setlerde sinema emekçilerine fiziksel şiddet uygulayan bir insanın yaptıklarını inkâr etmesine değil, haksızlık ve şiddet karşısında kısa bir süre için de olsa halkın yanında durmasına şaşırmıştık zaten biz.

Melih Gökçek Meselesi!

Yaptığı programlarda tek taraflı ve yanlı olarak konuşarak insanları hedef göstermeyi pek seviyor kendisi. Binlerce yaralı ve ölümler olmasına rağmen yanmış otobüsler göstererek Gezi olaylarını yorumlama çabası gerçekten içler acısı.

CNN International’ın 8 saat nasıl yayın yaptığına şaşırıyor, ama yaptığı yayının içeriğinden hiç bahsetmiyor. Senin ülkenin en önemli meydanında saatlerce savaş görüntüleri olursa bir haber kanalı da bunu yayınlar tabii. Yaptığı tüm televizyon programları süresince bir tek polis müdahalesi görüntüsü gösterme cesareti olmadı. Elinde bu görüntüler yoksa DHA’dan temin edebilir. İsterse birlikte bir program yapalım, kendisi görüntü yayınlamayı çok seviyor, bende polis müdahalesi görüntülerini koyayım masanın üzerine karşılıklı konuşalım, bakalım kim vandallık yapmış. Biz susalım da görüntüler konuşsun.

“CNN International kanalı neden Memet Ali Alabora’yı konuk aldı da beni almadı?” diye soruyordu bir programda Gökçek. Aslında cevabı çok basit, öncelikle kendisi olayların içinde olmadığı için ne yaşandığını bilmiyordu. Daha da basit bir cevap vermek isterse CNN, “efendim sizinde söylediğiniz gibi CNN’ İnternational’da bir canlı yayına katılacak kadar İngilizceniz yok” derse Amanpour, o zaman ne cevap vereceksiniz sayın Gökçek.

Memet Ali’nin CNN kanalında Amanpour’a verdiği röportajı da kasıtlı olarak yanlış altyazı ile çevirterek sosyal medya üzerinden yayılması için çaba gösteren Sayın Gökçek bunu kasıtlı olarak mı yaptı? Yoksa İngilizcesinin yetersizliğinin mi kurbanı oldu?

Efendim, tam olarak ne diyor Memet Ali röportajda bir bakalım.

Her şey ağaçla başladı.

Olayların Gezi Parkı’nda yıkılan ağaçlar yüzünden çıktığı doğru.

İnsanlar dediler ki “biz ağaçsız da varız” ve “kendimizi ifade etmek istiyoruz. Biz de bu şehirde söz sahibi olmak istiyoruz.”

Bunu yalnızca bugün değil, Emek Sineması eyleminden beri söylüyoruz. ‘Emek Bizim İstanbul Bizim’ ‘Gezi Bizim İstanbul Bizim’ sloganlarıyla da bu isteğimizi açıkça haykırıyoruz yıllardır.

Fakat hükümet “siz yoksunuz” dedi. Ve sadece siz yoksunuz demedi yok etmeye çalıştı.

Başbakan temel atma töreninde ‘siz ne derseniz deyin biz kararımızı verdik’ dedi mi? Dedi. Hemen sonrasında polis parka şafak baskınları yaptı mı? Yaptı. O halde bu söylenenlerde de tartışılacak en küçük bir yanlışlık söz konusu değil.

Polis kelimenin tam anlamıyla insanlara saldırdı. Göz yaşartıcı gaz, gaz bombaları ve gaz mermileriyle insanların başları hedef alındı.

Polis parkta çadır kurmuş ve hiçbir şiddet eyleminde bulunmamış gençlere şafak vaktinde gaz bombaları, Toma’lar, cop ve tekme marifetiyle saldırdı mı? Saldırdı. Kafasına isabet eden gaz kapsülü sonucu beyin travması geçirenler, gözlerini kaybedenler, bugün bile hala yoğun bakımda olan insanlar yok mu? Var! O halde Memet Ali gördüklerini ve doğru olduğundan emin olduğu şeyleri bir haber kanalında aktarmış. Burada “mermi” sözcüğüne takılır kaldılar. Bahsi geçen mermi, insanları komaya sokan gaz fişeklerinin mermileridir. Amanpour bunu anlıyor ama ne hikmetse bizimkiler bir türlü anlayamıyor.

Aynı programda AKP’li Mevlüt Çavuşoğlu Başbakan’ın ziyareti sırasında Fas’tan katılıyor ve bakın hükümet adına neler söylüyor;

Amanpour: İnsanlar kendilerini marjinalize olmuş hissediyor. Buna yanıtınız nedir?

Çavuşoğlu: Öncelikle şu yanlış bilgiyi düzeltmek zorundayım; Taksim Meydanı’nda bir alışveriş merkezi inşa edilmesi hiçbir zaman düşünülmedi.

Sayın Çavuşoğlu, Başbakan partinizin Kızılcahamam toplantısında Topçu Kışlası’nın AVM olacağını ve şehir müzesi ile birlikte birde Rezidans olacağını söyledi. Arzu ederseniz o günün haber bültenlerini inceleyerek bu bilgilere ulaşabilirsiniz. Bu vesileyle CNN’de verdiğiniz yanlış bilgiyi de düzeltmiş olalım.

Çavuşoğlu: Marjinalize olma konusunda, biz siviller ve medeni göstericiler ile marjinal gruplar arasında bir ayrım yapıyoruz… Şu an Türkiye’de, Taksim’de, Ankara’da, benim memleketim Antalya’da iki farklı grup var. Memet Ali Alabora gini aktörler ve diğer aktivistler var. Onlar gösteri haklarını kullanıyor, yaşananları eleştiriyor, protesto ediyorlar. Ve biz hiçbir zaman aşırıgüç kullanımını ya da göz yaşartıcı gazı ya da biber gazını onaylamadık.

Amanpour: Son günlerde gördüğümüz üzere, polisin aşırı güç kullanımına katılmıyorsunuz?

Çavuşoğlu: Hayır, şunun altını çizdim. Polis başlangıçta aşırı güç ve biber gazı ve göz yaşartıcı gaz kullandı ve bu bizim için kabul edilemez.

Röportajı veren kişi Mevlüt Çavuşoğlu, AKP kurucularından. “Biz Memet Ali Alabora gibi aktivistlere bir şey diyemeyiz onlar demokratik haklarını kullanıyorlar” diyor. Ama Ankara’nın araştırmacı belediye başkanı Melih Gökçek bu röportajdan ve Çavuşoğlu’nun söylediklerini görmezden geliyor. Bir diğer konu ise polisin aşırı güç ve biber gazı kullanımını tasvip etmediklerini söyleyen iktidar partisi temsilcisi yaşanan sürecin sonunda binlerce insanın yaralanması ve ölümlerin gerçekleşmiş olmasına rağmen hiçbir polis memuru hakkında bir işlem yapılmamış olmasını nasıl açıklayacak bu da merak konusu.

Özetle Melih Gökçek ve iktidar partisine yakın medya kuruluşları sistemli olarak Gezi Parkı olaylarını manipüle etme çabası içindeler, ancak teknoloji çağından yaşadığımızı unutuyor olmalılar. Gezi’ye yapılan sert müdahaleler sırasında ülkenin en önemli haber kanallarının belgesel yayınlama politikasına rağmen, insanların akıllı telefonları aracılığıyla tüm yaşananları belgeleriyle dünyanın gözünün önüne serdiğini unutmamalılar. Üzülerek söylemeliyim ki artık gerçeği saklamak ne yazık ki mümkün değil Sayın Gökçek.

20130807-050304.jpg
Şiddet Nedir? Toplumsal Olaylarda Şiddet Nasıl Oluşur?

Gezi olayları süresince kimsenin inkâr edemeyeceği bir şiddet sergilendi. Neredeyse ülkenin tüm sokaklarına sıçrayan bu şiddet, birden bire nasıl oldu da bu kadar hızlı yayıldı? Uzun süredir başta İstanbul olmak üzere tüm Türkiye’de toplumsal olaylarda şiddet görüntüleri hiç eksik olmadı. Peki, nedir aslında şiddet ve toplumsal olaylardaki bu şiddetin kaynağını doğru teşhis edip gerekli müdahaleyi yapıyor muyuz?

Toplumumuzda sıkça başvurulan bir hareket tarzı olan şiddeti tanımlamak gerekirse. Şiddet: Uygulayıcısı tarafından bilinçli olarak karşıdaki kişiye ya da kişilere, kurum ya da kuruluşlara hatta canlı diğer varlıklara ( bitki örtüsü, hayvanlar, yaşam kaynakları vb.) çeşitli amaçlar adına çıkar elde etmek, onlara karşı üstünlük ya da hâkimiyet kurmak, istenilen hal ve hareketlerin elde edilmesini sağlamak, imtiyaz ya da ayrıcalık sağlamak, saygınlık ya da sevgi kazanmak, kısacası maddi ve manevi çıkar ve menfaatlerin elde edilmesini sağlamak amacı ile fiziksel, sözlü, psikolojik ya da işaretler yardımı ile uygulanan kişi ya da kişilerin, kurum ya da kuruluşların hatta canlı diğer varlıkların ( bitki örtüsü, hayvanlar, yaşam kaynakları vb.) yaşam, özgürlük, irade, istek, hak ve sağlıklarına zarar verici, bu hakları ortadan kaldıran ya da geçici süre ile bunların ortadan kaldırılmasını sağlayan hal ve hareketlerin tümüne şiddet denilebilir. (Kaynak vikipedia.org)

Bu tanımdan yola çıkarak gezi olaylarının en başına dönelim. Gezi Parkı’nın bitki örtüsüne, yani ağaçlara yönelik bir şiddet söz konusuydu. Bir gece yarısı kepçe ile ağaçlar yıkıldı, henüz olayların başlangıcında şiddet vardı. Peki, bu şiddetin sorumlusu kim? Başta İstanbul Büyükşehir Belediyesi yetkilileri olmak üzere projeyi yürüten firmalar ve en son noktada kepçeyi kullanan işçi. Bu konuda her hangi bir işlem yapıldı mı? Hayır! Şiddet uygulayarak suç işlenmesi sonucunda herhangi bir işlem yapılmamış olması da akla suç ve ceza paradoksunu getiriyor.

Bir çıkar ve kazanç elde etmek için şiddet uygulandığını varsayarsak, Gezi Parkı’nın yıkılması için çaba gösterenler ve yıkılmaması için mücadele edenlerin çıkarları arasında küçük bir kıyaslama yapmak, şiddet eylemlerine kimin neden ihtiyaç duymuş olabileceğini çok net ortaya koyacaktır. Gezi’nin park olarak kalmasını isteyen ve bu uğurda mücadele eden birinin bu durumdan tek çıkarı kendisi ve sevdikleri için sağlıklı bir yaşam alanı kazanmaktan başka bir şey değildir. Yıkılıp yerine betonla yapılacak herhangi bir yapıyı savunanların ise bu durumdan siyasi ve maddi çıkarları söz konusu olacaktır. Bu bilgiden yola çıkarsak şiddetin doğması sizce kimin gereksinimi?

Şiddet çeşitli araçlar yoluyla da oluşur ve gelişir. Gezi olayları özelinde bakacak olursak çevreci refleks ile hareket edenlerin ilk sarıldıkları şey mahkeme kararları yani hukuk oldu. Düşüncelerini ve fikirlerini demokratik yollarla eylemler yaparak gösteren topluluk aynı zamanda yürütmenin durdurulması için gerekli mahkemelere de olayın üzerinden henüz birkaç saat geçtikten sonra başvurmuştu. Bunun karşılığında ise devletin kolluk kuvveti ilk anda henüz olayın ne olduğunu bile anlamaya gereksinim duymadan biber gazı ve göz yaşartıcı spreylere başvurdu. Şiddet aslında olayın ilk anından itibaren devletin yetkili birimleri tarafından kullanılmaya başlanmıştı. Bu şiddetin karşısına haklı gerekçelerle çıkan çevreciler yıkımı iki kez durdurmayı başardılar. Şafak baskınlarında uygulanan orantısız şiddete karşı şiddetle karşılık vermek yerine sivil bir direnişi örgütlediler. Çadırlarda kalmak, müzik yapmak, kitap okumak gibi şiddetten tamamen uzak ve demokratik eylemler örgütlediler.

Şiddetin oranını sistemli bir şekilde yükselten kolluk kuvveti bir süre sonra karşılarındaki insanların ağır yaralar almasına ve meşru müdafaa haklarını kullanmalarına imkân doğurdu. Bu noktada meşru müdafaa nedir diye bir parantez açmamız gerekiyor.

Meşru müdafaa veya haklı savunma; uğranılan bir saldırı karşısında kişinin kendisini veya bir başkasını koruması. Saldırıyı durdurmak veya saldırının etkilerini azaltmak amacıyla orantılı güç ile gerçekleştirilen karşı saldırı da meşru müdafaaya dâhildir. Örneğin üzerine silahla ateş açılan bir kişinin, kendi silahını kullanarak saldırganı etkisiz hale getirmek için ateşle karşılık vermesi meşru müdafaa kapsamındadır; ancak yumrukla saldıran bir kişiye ateşli silah ile karşılık vermek, orantısız güç kapsamındadır ve meşru müdafaa değildir. Bazı kişiler sınırlı pasifist bir yanıtı tercih ederken başkaları silah veya mücadele sanatlarından öğrendikleri teknikleri kullanmayı tercih edebilmektedirler. (Kaynak vikipedia.org)

Gezi Parkı olaylarında ilk andan itibaren polisin biber gazı, tazyikli su ve göz yaşartıcı sprey kullanımı karşısında eylemcilerin davranışlarını değerlendirecek olursak, biber gazının ateşli bir silah olarak kullanıldığı ve sonucunda ölümlerin, yaralanmaların olduğunu hiç kimse inkâr edemez. Hiçbir şiddet eyleminde bulunmayan bu insanların kendilerine yapılan sistemli şiddet eylemlerine karşılık meşru müdafaa haklarını kullandıklarını söyleyebiliriz.

Bu şiddetli saldırılar karşısında gaz maskeleri ve baretler ile önlem alan eylemcilerin öncelikli amacı kendi sağlıklarını korumaktı. Bu önlem elbette meşru müdafaadır. O sebeple baret ya da gaz maskesi taktığı veya bulundurduğu için bir insanı suçlamak ne kadar doğru ve hukukidir sizce?

Eylemcilerin bu önlemlerine karşılık polis, müdahalenin (şiddetin) oranını arttırdı, haklılığından başka hiçbir silahı olmayan insanlara uygulanan bu şiddete şahit olan insanlar bir süre sonra patlama noktasına geldiler ve sokaklara çıkmaya başladılar. Korku sınırının aşılması da bu sayede oldu. Masum isteklerinden dolayı insanların ağır şiddete maruz kalmalarını kabullenebilmek vicdanlara ağır geldi. Yıllardır her fırsatta mekân ve zaman gözetmeksizin kullanılan gaz bombaları artık insanların korkmadığı neredeyse günlük sıradan bir olay olmaya başladı. Ve sonunda insanlar ne biber gazından ne de tazyikli sudan kaçma ihtiyacı duydular.

Kendilerine uygulanan şiddet karşısında yaralanmayı göze alarak durdular ve taleplerini haykırdılar. Şimdi diyeceksini ki “öyle diyorsun ama polise taş attılar”. Evet, polise taş da attılar, atılan gazların etkisini azaltmak için ateş de yaktılar. Şimdi bir an için kendinizi eylemcilerin yerine koyun. Üzerinize yüzlerce gaz bombası atılırken siz kendinizi korumak için baret ya da gaz maskesi takmak konusunda tereddüt eder miydiniz?

İnsanlar önceleri meşru müdafaa haklarını kullanarak uzun bir süre, sadece kendilerini korumaya çalıştılar. Güvenlik güçleri şiddetin dozunu arttıkça sinirler gerildi ve olayların başlamasından doksan altı saat sonra eylemciler barikat kurmaya, ateş yakmaya ve taş atmaya başladılar.

Yaşanan şiddet olaylarını doğru bulduğum ya da şiddeti meşru bulduğum için yazmıyorum. Olayın nasıl geliştiğini ve şiddetin nasıl şiddet doğurduğunu anlayabilmek ve anlatabilmek için tüm bunları göz önünde bulundurmak gerekiyor. Gezi eylemlerinin şiddet olaylarını en başından beri barındırdığı ve kolluk kuvvetinin orantısız güç kullanımı sonucunda tüm ülkeye yayıldığını net olarak ortaya koymak gerekiyor.

Tüm bu yaşananlar süresince şiddet uygulayan, suça karışan birçok polis memurunun görüntüleri basına yansımasına rağmen hiç işlem yapılmadı. Palalı ve sopalı kişilerin suçüstü yakalanmalarına rağmen serbest bırakılması ve yalnızca birkaç zabıta memuruna çadır yakmak suçundan işlem yapılması da şiddet olayları karşısında devletin tutumunun bir göstergesi olarak duruyor önümüzde.

İşlenen şiddet suçları karşılığında hiçbir cezai uygulamanın olmaması ne hukuken açıklanabilir ne de vicdanen. Toplumsal olaylarda şiddetin durdurulmasının birinci koşulu suç işleyenin adil bir şekilde yargılanması ve cezasını çekmesi olacaktır. Aksi takdirde suç işleme oranında süreç içerisinde gördüğümüz gibi ciddi artışlar yaşanacak ve bu durum demokrasi ve hukuk inancımıza ciddi zararlar vermeye devam edecektir.

“Hükümet İstifa” diye slogan atmak demokratik bir taleptir. İstifa mekanizması, ancak demokrasilerini geliştirmiş toplumlarda kendine yer bulabilir. Yaşananları doğru okuyabilir, faklı görüşlere tahammül edebilirsek toplumsal olaylarda da şiddeti o kadar aşağıya çekebiliriz.

İnsanların talepleri ve görüşleri ne olursa olsun özgürce düşüncelerini ve protesto haklarını kullanabildikleri, gaz bombası fişekleriyle vurulmadıkları, bu tarz demokratik eylemlere katıldıkları için öldürülmedikleri bir Türkiye yaratmak için katılımcı demokrasiyi inşa etmek gerekiyor. Sandıktan sandığa fikrinin sorulmasından ziyade kendi istediği zamanda fikrini söyleyebilen yurttaşların çoğalması dileğiyle, Bu Daha Başlangıç Mücadeleye Devam!

SORUYORUZ,

1- Mehmet Ayvalıtaş’ın katili kim?

2- Abdullah Cömert’in katili kim?

3- Ali İsmail Korkmaz’ı katilleri kimler?

4- Ankara’nın merkezinde, tüm dünyanın gözü önünde Ethem Sarısülük’ü öldüren polis neden tutuksuz yargılanıyor?

5- Berkin Elvan’ı ekmek almaya giderken evinin sokağında kafasından vuran polis memuru kim?

6- Medeni Yıldırım’ın katili kim?

7- Mustafa Sarı nasıl hayatını kaybetti?

8- 6 insanın öldüğü, binlerce insanın yaralandığı bu olayları başlatan Gezi Parkı üç gün boyunca sürdürülen orantısız müdahalelerin emrini kim/kimler verdi?

9- Cenaze törenlerine, basın açıklamalarına kısacası demokratik yollarla yapılan toplantılara orantısız ve gerekçesiz müdahalelere devam edecek misiniz?

10- Gezi olayları ile birlikte oluşan krizin sorumluları ve bu süreci yanlış yöneten kamuoyunda neredeyse hiçbir söylemi ve açıklaması ciddiye alınmayan başta İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu olmak üzere sorumlular hakkında herhangi bir işlem başlatacak mısınız?

Deniz Atam
5 Ağustos 2013 / İstanbul

Gösterim : 1532
Aşağıdaki formu kullanarak yorum yazabilirsiniz
Bu sitede istatistiki amaçlar için çerezler kullanılmaktadır. Bu web sitesini kullanmaya devam ederek bunların kullanımını kabul edersiniz.